top of page

Yazılarım

Çocuklarda Tuvelet Eğitimi
Çocuklarda Tuvalet Eğitimi

Tuvalet alışkanlığı çocukların önemli gelişimsel dönemlerden bir tanesi olup bu durum çoğu anne babanın en çok zorlandığı süreçlerden bir tanesidir.

Çocuğumuz bezine yapıyor, tuvalete yapmak istemiyor.

Bir taraftan da zamanı geldi mi gelmedi mi, sağlıklı bir şekilde nasıl tuvalete alıştırmalıyım, erken mi yoksa geç mi kaldım diye düşünüyorsanız yazımı mutlaka okumalısınız.

Bebek ortalama 18 aylıkken kas kontrolünü sağlar yani hem tutma hem bırakma kas becerisini kazanır.

Çocuğumuz 18 aylık oldu hadi tuvalet eğitimine başlayalım demekle olmuyor. Maalesef işler o şekilde yürümüyor. Bir de bu duruma hazırbulunuşluk dediğimiz bir süreç giriyor yani çocuğumuzun hazır olup olmama hali. Her çocuğun farklı hazırbulunuşluk süreçleri vardır.

Kimisi 18 aylıkken kimisi 20. ayda kimisi 36. ayda tuvalet eğitimine hazır olur. Çocuğunuzun 18. Ayda hazır olması zeki, 36. Ayda olması az zeki yapmaz. Lütfen şımarıyor yapmıyor, inadından oturmuyor, babaannesinden yüz buluyor diyerek hem kendinizi hem çocuğu strese sokmayın.

 

Peki hazır olup olmadığını nasıl anlayacağız?

 İşte size ipuçları:

Çocuk bize hazır olduğunda işaret verir yani o işaretleri iyi anlamamız önemlidir.

  1. Uzun süre idrarını ve kakasını tutabilmesi bizim için bir sinyal niteliğindedir. Sabah bezini açtığınızda bir kurulukla karşılaşıyorsanız,

  2. Tuvaletlerini hep aynı yerlere yapıyorsa (koltuk arkası, masa kenarı, televizyon arkası …) saklanarak mimikleriyle tuvaletini yaptığını belli ediyorsa,

  3. Kendisi bezini çıkarmaya çalışıyorsa  

Bu işaretleri aldığınız zaman tuvalet alışkanlığı kazanmaya hazır diyebiliriz.

Bunların hepsini yapıyor peki bundan sonraki süreçte ne yapacağız?

Bundan sonraki süreçte bütçenize göre bir lazımlık alın kendi tuvaletinizin karşına veya yanına yerleştirin.

Siz tuvalete girerken sizinle beraber tuvalete gelerek lazımlığa otursun. Tuvalette ne yaptığınızı görsün. Lazımlığının yanına sevdiği oyuncakları dergileri koyabiliriz. İlk başta oyuncakla da prova yaptırabiliriz (oyuncağına tuvaletini yaptırmak gibi.) Mümkün olduğu kadar eğlenceli bir süreç geçirmesini sağlamalıyız.

Çocuğunuzla da konuşarak bezi artık hiçbir şekilde kullanmayın. Bezi hiçbir şekilde kullanmamak demek altına yapmayı da doğal olarak beraberinde getirir.

Burada su alımına dikkat ederek; çis saatlerini ortalama olarak hesaplayabilirsiniz. O saatlerde beraber klozetine giderek çişini yapmasını sağlayabilirsiniz

Çis tutma bezlerini evde mümkün olduğu kadar kullanmıyoruz belki dışarı çıktığınız zaman kullanabilirsiniz onun haricinde beze tekrar dönmüyoruz.

Gece altına yapmasını minimum seviyeye indirmek için yatmadan önce sıvı alımını mümkün olduğu kadar azaltmalıyız.

Yatmadan önce tuvalete götürmeliyiz. 2 saate bir de uyandırarak tuvalete götürebilirsiniz. Ve kakasını kolay yapması için posalı gıdaları tercih etmeliyiz.

Yaptın mı yap çabuk yap hadi bakayım diyerek lütfen çocuğunuzu strese sokmayın. Çocuklar kakalarını bırakması çişe göre daha zor olabilir. Nedeni vücutlarından bir parça kopuyor gibi hissetmeleridir lütfen anlayışla karşılayın.

Zor bir süreç. Sürekli belki çarşaf, iç çamaşırı yıkacaksınız ama dayanın her işin başı sakinlikten geçiyor.

Bir anda her şeyi öğrenmeyecek. Burada önemli olan sizin sakinliğinizi ve istikrarınızı korumanız.

Ortalama 15 gün içerisinde tuvalet alışkanlığı kazanır.

Peki nasıl anlayacağız tuvalet alışkanlığı kazandığını?

Çocuğumuz tek başına tuvalete gitti tuvaletini yaptı sifonu çekti, gerekli hijyenlerini yapıp ellerini yıkadı, kendi iç çamaşırlarını ve kıyafetini giydiği zaman bu alışkanlığı kazandığını söyleyebiliriz. Aksamalar olmakla birlikte her şeyi tam bir şekilde öğrenmesi 5-6 yaşına kadar sürebilir. Kendi lazımlığı küçük geldiğinde sizin kullandığınız klozetin yanına tabure koyarak basamak sağlayabilir, bu şekilde geçişi sağlayabilirsiniz.

 

Unutmayın istikrar ve sakinlik en başta gelir.

Umrumda Değil, İyi ki Bitti
Umrumda Değil, İyi ki Bitti!

Umrumda değil

İyi ki bitti!

Omuzlarımdan koca bir yük gitti

Çoktan alıştım yokluğuna inan ki

Bu şarkıyı çoğumuz biliriz kimi zaman bağıra bağıra söyler kimi zaman kendimizi buluruz. Kendinizi bulanlar bu yazım size.

Yaşadığınız ilişki sonrasında tamamlanmayan işleriniz vardır. Daha gezeceğiniz şehirler, konserler, beraber pişirilecek yemekler vardır. Beraber takip ettiğiniz dizi vardır mesela. Tutku, özlem, öfke, bitirilmeyen duygu vardır. İşte hiçbir şey bitmeyip ilişki biterse eyvah ki ne eyvah süreç yeni başlıyor. O acıda yanacak mısın yoksa pişecek mi?

Acıda yanan kişiler duygusunu kontrol etmek ister. Kimi bir ilişkiye balıklama atlar, kimi kendini işine verir, kimi daha eskileri yoklayarak güvenli liman arar, kimi vücudunu uyuşturur duyguyu yok sayar, acıyı yok sayar.

Duygu hiçbir zaman yok olur mu? İlla ki bir yerden fışkıracaktır. Diş macununu kapağı kapalı sıktığınızda en altından, en zayıf noktasından patlaması gibi. Markette makarnayı sepete atarken arkada çalan şarkı sizin sarkınız olduğunu fark ettiğinizde, clubta dans edip eğlenirken, gece uykusunun arasında, ona benzettiğinizi düşündüğünüz insanlarda, gezilen sokaklarda herhangi bir yerde herhangi bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Acıda pişmek nedir peki?

O duygunun yasını tutmaktır. Onu kontrol etmeden yas sürecinin tamamlayabilmek.  Duyguları yok saymadan, uzaklaştırmadan bu duygulara içinizde yer vermek. 

Peki acıda pişmek mi istiyorsun yoksa acıda yanmak mı?

Duyguların Beden ile İlişkisi
Duyguların Beden ile İlişkisi

      Duygular, ifade edilmek üzere yukarı iten enerjiye sahiptir ve onları bastırmak için zihinlerimiz ve bedenlerimiz, kasları sıkıştırma ve nefesimizi tutma, baş ağrısı dahil olmak üzere yaratıcı taktikler kullanır. Akıl, duyguların akışını çok ezici veya çok çelişkili olduğu için engellediğinde, zihin ve beden üzerinde stres yaratarak psikolojik sıkıntı ve semptomlar yaratır. Engellenen duygulardan kaynaklanan duygusal stres, yalnızca zihinsel hastalıklarla değil, aynı zamanda kalp hastalığı, bağırsak sorunları, baş ağrıları, uykusuzluk gibi fiziksel sorunlarla da bağlantılıdır.

          Çoğu insan, bunun olduğunun farkında olmadan duyguları tarafından yönetilir. Ancak duyguların gücünü bir kez anladığınızda, sadece kendi duygularınızı kabul etmek büyük ölçüde yardımcı olabilir.

          Mevcut sinirbilim, bir kişinin ne kadar çok duygu ve çatışma yaşarsa, o kadar fazla endişe duyduğunu öne sürüyor. Bu kısmen vücudun ana duygusal merkezlerinden biri olan vagus sinirinden kaynaklanmaktadır. Orta beyinde tetiklenen duygulara kalbe, akciğerlere ve bağırsaklara sinyaller göndererek yanıt verir. Bu sinyaller, vücudu hayatta kalma hizmetinde uygun ve acil eylemde bulunmaya hazırlar. Kişi bir duygunun tetiklendiğinin farkına varmadan, vücut algılanan tehlikeye tepki vermeye hazırdır. Duyguların bilinçli kontrolümüz altında olmamasının nedeni budur. Örneğin çok üzüldüğünüz bir durum yaşadınız ve bunu bastırıp ‘ben güçlüyüm, iyiyim dediniz’ yok saydınız. Bu bir şekilde tekrar açığa çıkar. Aniden gelen baş ağrısı, tedavi edilemeyen mide ağrısı, sürekli yorgun hissetme, uykunuzu alsanız bile uyanamama problemi buradan gelir.  

      Yine de insanlara duyguların bilinçli kontrol altında olmadığını öğretmek onlara çok yardımcı olacaktır. Temel biyoloji ve anatomi, beynimizin bilinçli kontrol altında olmayan orta bölümünden geldikleri için duygularımızın tetiklenmesini engelleyemeyeceğimizi açıklar.  Yani bundan sonra kaygılanmayacağım, öfkelenmeyeceğim demek imkansızdır. Bizden birer parçadır.

           Bununla birlikte, insanlara onlarla nasıl çalışacakları konusunda duygu ve beceriler konusunda eğitim verildiğinde, kendilerini daha iyi hissetmeye başlayabilirler. Üzüntüyü, öfkeyi, kabul etmek yani duygularla çalışarak onlarla nasıl dans edeceğimizi öğrenerek fiziksel semptomları iyileştirebilirsiniz.

       Danışanlarım, çoğumuzun yaptığı gibi, hayatlarında acı verici veya çelişkili duygulardan kaçınma eğilimindedir, çünkü bize böyle öğretilmiştir. Ancak zihni iyileştirmek için hikayelerimizle birlikte gelen ve bedende bulunan duyguları deneyimlememiz gerekir. Duyguların otomatik doğası hakkında bize öğretildiğinde ve kaygımızın altında yatan temel duyguları tanımlamayı ve bunlarla çalışmayı öğrendiğimizde, daha iyi hisseder ve işlev görürüz.

Hakuna Matata
Hakuna Matata

            Türkiye’de, 'kaygılanma!' demek neredeyse ulusal bir slogan haline gelmiştir. Çoğu kişinin kaygılı olduğunu düşünürsek haklılık payı olan bir cümle gibi düşünebiliriz. Bu duruma gerek enflasyon, gerek alım gücünde azalma, pandemi gibi birçok etken sayabiliriz. Ve birbirimize söylediğimiz en sık cümle ‘Endişelenmeyi bırak, neşelen’…

 

Keşke bu duygu doğru olsaydı, keşke gerçekten herhangi bir endişemiz, sorunumuz ya da stresimiz olmasaydı. Ama elbette, durum böyle değil. Araştırmalara göre Türkiye nüfusunun yaklaşık %20'si  “Anksiyete Bozukluğu”na sahiptir. Evet, bu 5 kişi içerisinden 1 kişi demek! Ve elbette, tam teşekküllü bir kaygı bozukluğuna sahip olmasak bile, hepimiz endişelenmenin nasıl bir şey olduğunu biliyoruz.

 

Mark Twain'den alıntı yapmak gerekirse, hayatımda binlerce korkutucu deneyim yaşadım ve bir ya da ikisi gerçekten oldu. Bu konuda biraz daha dürüst olmamızın zamanı gelmedi mi? 

Merak ediyorum, endişelenmeyi, saklanacak, inkar edilecek ya da yokmuş gibi yapılacak bir şey yerine, insan olmanın bir parçası olarak normal görmeye başlarsak ne olur? Endişelerimize sahip çıkma zamanı gelmedi mi?

 

Endişelenmeyi anormal, doğal olmayan ve mutluluğun düşmanı (“endişelenme, mutlu ol!”) olarak değerlendirdiğimizde ne olur? Kaçınılmaz olarak, endişemiz hakkında endişeleniriz ve ardından endişemiz için endişeleniriz. Ve sonra nakavt olarak, endişemiz hakkında endişelenmekten endişe ederiz.

Dahası, çoğumuz “Çok fazla endişeleniyorsun” veya “Bu konuda endişelenmemem gerektiğini biliyorum, ama…?”. Ve çoğumuz, dünyanın en gereksiz tavsiyesini vermekte oldukça hızlıyız: "Bunun için endişelenme!" (Sanki bu sihirli bir şekilde endişelenmeyi durduracakmış gibi!”)

 

“Aslan Kral” filminde duyduğum bir kavramdan bahsedeceğim. Çocukların keyifle izlediği bir film. Küçük bir kardeşim olduğu için bu filmi izleme fırsatım oldu. “Hakuna Matata”, “endişelenme!”, “hiç üzülme!” anlamına gelir. Aslında çocuklara endişelenmemeyi küçük yaşta öğretiyoruz. Herkesin zaman zaman endişelendiğini onlara öğretsek daha iyi olmaz mıydı? Ve sonra, insan zihninin “endişeler” (yani, gelecekte olabilecek hoş olmayan şeyler hakkındaki düşünceler) üretmesini engellemenin bilinen bir yolu olmadığı düşünüldüğünde, onlara endişeyle başa çıkmak için pratik beceriler – farkındalık becerileri – geliştirmeye harcasak enerjimizi… 

 

            Evet “Aslan Kral” filmini değiştiremem ama bu yazıyı okuyan ebeveynlere, anksiyete problemi yaşayan, kaygıyı yok sayıp bastırmaya çalışan kişilerin bakış açısını biraz da olsa değiştirmek umudum. Endişe bizim bir duygumuz. ‘Endişelenmeyeceğim’ demekle bitmez. Kaşınan yeri kaşımayacağım dedikçe daha çok kaşınması gibidir. Her duygu geçer, mutluluk gibi, öfke gibi. 

Onunla savaşmayın. 

Farkındalık becerilerini geliştirerek, endişeye kendi içinizde yer açarak en asgari düzeye indirebilirsiniz. Bu nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız, bir uzmandan yardım alabilirsiniz.

bottom of page